Yaşama Dair

Alışmak ve İçsel Gücümüz: Dağlardan Bile Güçlüyüz

Yaratıcı, ölüm acısını önce dağlara vermiş.
O heybetli koca dağlar bu acıyı kaldıramamış; sarsılmışlar, uğuldamışlar, parçalanmışlar.
Sonrasında Yaratıcı, bu acıyı dağlardan alıp insanlara vermiş.
İnsanlar bir gün ağlamış, iki gün ağlamış…
Her geçen gün bu acıya alışmışlar.

Sanırım biz insanların en büyük özelliği “alışmak.”
Heybetli dağların bile kaldıramadığı bu acıyı, küçük insan bedenleri fiziksel olarak taşıyabilmiş.
İnsanoğlu her şeye alışıyor.
Ne kadar geçmeyecek, alışamayacağımız gibi gelse de, geçen her zaman bir bakıyoruz ki alışmışız…
Unutmuyoruz ama alışıyoruz.

Yaralarımız kabuk bağlıyor, acısı geçiyor mu, buna net cevap vermek zor.
Ama hayat devam ediyor, biz yaşamaya, nefes almaya devam ediyoruz.
Yediğimiz lokma kursağımızdan zor geçse de bir şekilde besleniyoruz.
Uykularımız bölük pörçük olsa da bir şekilde uyuyoruz.
Gülerken bir bakmışız ki gözyaşı dökebiliyoruz.

Hayat bize yarım ve eksikmiş gibi gelsede, bir şekilde ilerlemeye devam ediyoruz.
Peki, her şeyin geçici ve fani olduğu bir yaşamda,
İnsanlar neden yaptıkları kötülüklerin bir karşılığı olmayacakmışçasına korkusuzca kötülük yapabiliyor?
Yaratıcıya inanan bir insan, nasıl olur da inancına ters bir şekilde ruhu parçalayabiliyor?

Öyle ya, ruhumuzda Yaratıcının nefesi, taşıdığımız kalpte kendisi yok mu?
Bu sorularla bir süre çok boğuştum.
Ne yazık ki cevabını bulamadım ve bunu da zamana bıraktım.
Ama kendim için şunu çok net söyleyebilirim: Kayıp ne demek, çok iyi biliyorum.
Hayatımda değer verdiğim insanların bu dünyadan, hayatımdan göçüşüne tanık oldum.

İki günlük, üç kuruşluk dünyanın kalp kırmaya, kötülük yapmaya değmediğini anladım.
En önemlisi de Yaratıcıya olan inancımla ters düşmek istemedim.
Çünkü herkeste onun nefesinin olduğunu biliyordum.
Hayatımdaki herkesi Yaradandan ötürü sevdim ve sahip olduğum her şeye, nasip ettiklerine ve etmediklerine şükrettim.

Bu zamana kadar herkese hoşgörüyle yaklaştım;
Her ne kadar bunu herkesin hak etmediğini sonradan fark etsem de.
Çok fazla eksildiğimde, kendimden neler gittiğini fark ettim.
Ben bu hayatta, alışamam dediğim ne varsa aslanlar gibi alıştım.
Geçmez dediğim ne varsa geçti, yaşayamam dedim, yaşadım, başaramam dedim, başardım.

Geriye dönüp baktığımda hem kendimle gurur duyuyorum hem de hayretler içinde kalıyorum.
Bunu nasıl başarmıştım? İçimizde biz insanlara özgü olan “alışmak” özelliği sayesinde.
Alışmayı, alışmanın ne demek olduğunu öğrendim.

Kayıplar unutulmuyor, yüreğimizde yaşıyor.
Gidenlerin yokluğuna alışıyoruz.
Onların senin hayatında ayaklarını prangalarla bağladıklarını fark ediyorsun.
Ve bunu anladığın an, hayatından gidenlerin senin için bir kayıp değil,
Özgürlüğe kurtuluş, kafesi açılmış bir kuş gibi hissediyorsun.

Parçalandığında içinden bir cevher çıkıyor.
Bunu sıcak sıcağına anlayamıyor veya göremiyor olabilirsin.
O yüreğindeki alevler dinip, buna alıştığında ve sonrası soğuduğunda, görüyorsun orada gizlenmiş cevheri.
Bu sefer onu çok özenle alıp koruyorsun.
Ve artık eski sen olmuyorsun.
Bu zamana kadar hiç olmadığın kadar kendin ve özgür olarak tamamlanıyorsun.

O yüzden korkmayın dostlarım,
Biz insanlarda alışmak kadar güçlü ve kudretli bir özellik var.
Yaradan bizi öyle mucizevi tasarlamış ki, görünüşüne imrendiğimiz dağlardan kat kat güçlüyüz.
Her dışarıdan heybetli görüneni güçlü görme yanılgısına kapılmayın.
Güç bizim içimizde.

Duygusal ve ince görüşlü olduğum, göz yaşı dökebildiğim için insanlar tarafından “güçsüz” muamelesine çok maruz kaldım.
Ama yaşadığım zorluklarda da dağılmadım, parçalanmadım, yolumdan sapmadım.
Özümde yatana sıkı sıkıya sarıldım ve kendi dünyamda iyileşmeye çalıştım.

Yaşadıklarıma şahit olanlar,
“Bir başkası olsa bu kadar güçlü duramazdı, dağılırdı. Sen çok iyi dayandın” dedi.
Çünkü ben gücümü önce Yaratıcıdan, sonra da dağların hikayesinden aldım.
Biz dağlardan bile güçlüyüz.

Ben bunun farkındaydım.
İçimdeki sarsılmaz inanç ve dağların hikayesi benim dünyamı parçalamadı.
Anlattığım bu hikaye, sizin hayatınızın sarsılmaz temeli olsun…

Sonuçta, her birimizin içindeki gücü keşfetmek,
Hayatta karşımıza çıkan zorluklarla nasıl başa çıkacağımızı öğrenmek,
Yaşamın gerçek anlamını bulmamızda bize rehberlik eder.
Dağların yüksekliğinden, doğanın gücünden ilham alabiliriz.
Ama unutmayalım ki asıl güç, içimizde, ruhumuzda saklıdır.
Kayıplar, acılar, kaybolan umutlar belki de bizi en gerçek halimizle tanıştıran yoldaşlarımızdır.
Yaradana olan inancımız ve içsel direncimiz, her şeye rağmen ayakta kalmamızı sağlar.

Her acı geçer, her yara kabuk bağlar.
Önemli olan, bu süreçte ne kadar büyüdüğümüz, ne kadar güçlendiğimizdir.
Bazen yolun sonu görünmeyebilir, ama sabırla, güvenle, sevgiyle devam ettiğimizde,
O kayıp sandığımız şeyin aslında bizim özgürlüğümüz, bizim gücümüz olduğunu fark ederiz.

Ve belki de en sonunda, tıpkı dağlar gibi, içimizdeki gücü keşfederiz.
Her şey geçici ve fanidir. Ama bir insanın içinde taşıdığı güç, sonsuzdur.

Hep birlikte, bu yolculukta birbirimize destek olarak, yaralarımızı sararak, özgürlüğümüzü kucaklayarak ilerleyelim.

Çünkü biz dağlardan bile güçlüyüz…

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir